Thread Rating:
  • 36 Vote(s) - 2.94 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
HZ. ALİ (r.anh)
#1
Dini-1 
   

HZ. ALİ (r.anh)


Resulullah'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'l Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı' ünvanıyla da anılır.

Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah'ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu.

Mekke döneminde her zaman Resulullah'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah'ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).

Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah'u Teâlâ'dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)'ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Haşimoğullarını davet etti. Resulullah yemekten sonra: "Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resulullah'a onun istediği sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, "Kardeşimsin ve vezirimsin " diyerek Hz. Ali'yi taltif etti.Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali'ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah'ın yatağında yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber'i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber'e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır.

Hz. Ali, Peygamberimiz'in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir'de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler'le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı Velid b. Muğire'yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine "Allah'ın Arslanı" lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.

Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi.Hicret'in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.Uhud savaşından sonra Hz. Ali "Benu Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür.

Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya şöyle başladı: "Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Resulullah...." Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Resulullah" yerine "Muhammed b. Abdullah" yazmasını Hz. Ali'ye söylemiş fakat Hz. Ali "Resulullah" ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.Hz. Ali Mekke'nin fethi sırasında yine sancaktardı. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe'deki bütün putları kırdılar.Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, "müslüman olduk" anlamındaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.

Huneyn gazasında müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazası için Medine'de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.Tevbe suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.Yemen bölgesinin İslâm'a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu çok güç bir iş" dedi. Resulullah da "Ya Rabb, Ali'nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen'e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.

Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah'ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer'in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman'ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.

Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra İslâm'ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah'ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffin gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.Nihayet, Kûfe'de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.

Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah'ın tabiri ile "ilim beldesinin kapısı" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm'ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.

Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve öğretme işini Abdurrahman esSülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. esSamit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.

Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın .
Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.
Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .
Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.
Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.
Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.
Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın .
Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.
Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.
El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.
Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın .
Kan dökmekten kaçının, İslâm'ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.Hz. Ali İslâm'ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Resulullah'ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den beş yüzden fazla hadis rivayet etti.

Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı: "Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, İlim) demiştir.

Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları oldu.Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti.

Medine'de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah'a gitti. Resulullah kızıyla damadının arasına girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu.

Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi: "şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah'ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah'ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz' derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir." (İnsan, 5/11)

Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafından hediye edilmişti.Hz. Ali'nin cömertliği, insanîliği, Resulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir." (el-Bakara, 2/274).

Hz. Ali'nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler:

"Günah işleyen biri pişman olur, abdest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse Allah'u Tealâ Nisâ suresinde 'Biri günah işler veya kendine zulmeder sonra pişman olup Allah'u Teâlâ'ya istiğfar ederse Allah'u Teâlâ'yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur' buyurmaktadır."

"Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah'u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez. "

"Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. "Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali'ye buyurdu: " Ya Ali, altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? " Hz. Ali dedi: "Altıyüzbin nasihat isterim." Peygamberimiz buyurdu: "Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş olursun:

Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et.
Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah'u Teâlâ'yı hatırla. İslâm'a uygun yaşa; İslâm'a uygun kazan; İslâm'a uygun harca.
Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol.
Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir.
Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk'ın rızasını gözet; hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.
Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et.
"Hz. Ali buyurdu:

"Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız."

"İnsanın yaşlanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet'e girmesinden daha hayırlıdır. "

"Kul ümidini yalnız Rabbi'ne bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır. "

"Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah'u Teâlâ bilir' demekten sakınmasın."

"Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. "

"Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah'u Teâlâ'yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. "

"Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır . "

"Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır.""Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. "

Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak İslâm'ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir .





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply
#2
   

ALİ İBN EBİ TÂLİB

   Resulullah'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı' ünvanıyla da anılır.

   Hz. Ali küçük yaşından beri Resulullah'ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Resulullah'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah'ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).

   Resul-u Ekrem, en yakın akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah'u Teâlâ'dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)'ye bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Hasimoğullarını davet etti. Resulullah yemekten sonra: "Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum.

   İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada Resulullah'a onun istediği sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, "Kardeşimsin ve vezirimsin " diyerek Hz. Ali'yi taltif etti.

   Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali'ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah'ın yatağını da yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber'i öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle Peygamber'e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Hz. Ali, Peygamberimiz'in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamlı yanında bulundu, bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir'de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler'le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı Velid b. Muğire'yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine "Allah'ın Arslanı" lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.

   Hz. Ali, Bedir savaşından sonra Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi.

   Hicret'in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada döğüşe döğüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düştüğü hendeğe ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.

   Uhud savaşından sonra Hz. Ali "Benu Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin en meşhur savaşçılarını öldürmüştür. Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya şöyle başladı: "Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Resulullah...." Ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Resulullah" yerine "Muhammed b. Abdullah" yazmasını Hz. Ali'ye söylemiş fakat Hz. Ali "Resulullah" ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.

   Hz. Ali Mekke'nin fethi sırasında yine sancaktardı. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe'deki bütün putları kırdılar.

   Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, "müslüman olduk" anlamındaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.

   Huneyn gazasında müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.

   Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazası için Medine'de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.

   Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.

   Yemen bölgesinin İslâm'a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu çok güç bir iş" dedi. Resulullah da "Ya Rabb, Ali'nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen'e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.

   Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah'ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.

   Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer'in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

   Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman'ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.

   Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra İslâm'ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah'ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.

   Nihayet, Kûfe'de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.

   Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah'ın tabiri ile "ilim beldesinin kapısı" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm'ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.

   Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve öğretme işini Abdurrahman esSülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. esSamit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.

   Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.

   1. Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın .

   2. Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.

   3. Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .

   4. Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.

   5. Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.

   6. Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.

   7. Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.

   8. Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.

   9. Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.

   10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.

   11. Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın .

   12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.

   13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.

   14. El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.

   15. Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.

   16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın .

   17. Kan dökmekten kaçının, İslâm'ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.

   Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.

   Hz. Ali İslâm'ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Resulullah'ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı: "Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, İlim) demiştir.

   Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı kızları oldu.

   Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine'de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah'a gitti. Resulullah kızıyla damadının arasına girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu. Yine

 Hz Ali Ra Konu Devamı

Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine'de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah'a gitti. Resulullah kızıyla damadının arasına girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi: "şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah'ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah'ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz' derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir." (İnsan, 5/11)

   Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafından hediye edilmişti.

   Hz. Ali'nin cömertliği, insanîliği, Resulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir." (el-Bakara, 2/274).

   Hz. Ali'nin peygamberimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler: "Günah işleyen biri pişman olur, abdest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse Allah'u Tealâ Nisâ suresinde 'Biri günah işler veya kendine zulmeder sonra pişman olup Allah'u Teâlâ'ya istiğfar ederse Allah'u Teâlâ'yı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur' buyurmaktadır."

   "Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah'u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez. "

   "Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. "

   Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali'ye buyurdu: " Ya Ali, altıyüzbin koyun mu istersin, yahut altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? " Hz. Ali dedi: "Altıyüzbin nasihat isterim." Peygamberimiz buyurdu: "Şu altı nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş olursun: 1. Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehapları ifa et. 2. Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah'u Teâlâ'yı hatırla. İslâm'a uygun yaşa; İslâm'a uygun kazan; İslâm'a uygun harca. 3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol. 4. Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir. 5. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk'ın rızasını gözet; hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara. 6. Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et."

   Hz. Ali buyurdu: "Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız."

   "İnsanın yaslanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet'e girmesinden daha hayırlıdır. "

   "Kul ümidini yalnız Rabbi'ne bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır. "

   "Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah'u Teâlâ bilir' demekten sakınmasın."

   "Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. "

   "Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah'u Teâlâ'yı hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. "

   "Takva, hataya devamı bırakmak; aldanmamaktır . "

   "Kalpler, kaplara benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır."

   "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum. "

   Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak İslâm'ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir





Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply
#3
Dini-1 
   

Hz.Ali'nin (RA) Fazileti

Dördüncü halife olan Hz.Ali'nin (RA) künyesi Ebû'l-Hasan, lâkabı Haydar, yani Allah'ın Arslanıdır. Ünvanı ise, Emîrü'l-Mü'minîn'dir. Beş yaşından itibaren Resûlüllah Efedimizin yanında bulunmuş, O'nun zülâl-i marifetinden içmiş, ta'lim ve terbiyesinden geçmiş, feyz ve irfanından had safhada istifade etmiştir. İslâm'a girenlerin üçüncüsüdür. Kadınlardan ilk Müslüman Hz.Hatice (R.Anhâ), erkeklerden Hz.Ebûbekir (RA), çocuklardan ise Hz.Ali'dir.

Hz.Ali (RA) çocuk yaşta, hiç puta tapmadan ve şirke girmeden Müslüman olduğu için kendisine "Kerremallahü vecheh" denilmektedir.

Hz.Ali (RA), Peygamber Efendimizin (SAV) hem amcazadesi, hem damadıdır. Vahyin ilk kâtiplerindendir. Peygamber Efendimizi yıkayıp kefenlemek de O'na nasib olmuştur. O'nun yüksek seciyeleri, insanî meziyetleri sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan en önemlisi ilim ve irfandaki erişilmez mertebesiydi. Sahâbeler arasında ilimde en ileriydi; en müşkil meseleleri o hallederdi. Kur'an'ın ahkâm ve esrarına derin bir vukufiyeti vardı. Muğlak mes'eleleri çözmede büyük bir maharet sahibiydi. Sahâbelerin çoğu ilmî mes'elelerde O'nun re'yine müracaat ederlerdi. İlimdeki bu iktidarından dolayı Hz.Ebûbekir ve Hz.Ömer'in müşavirliklerinde bulunmuş ve şeyhülislâmlık görevini deruhte etmişti.

Hattâ Hz.Ömer, herhangi bir mes'elede O'nun reyini almadan karar vermezdi. Bunun sebebi sorulduğunda, "Ali'nin olmadığı bir istişare meclisinden Allah'a sığınırım," ve "Ali olmasa Ömer helak olur," derdi.

Hz.Ali (RA) Efendimiz, İslâm'ın bütün inceliklerine vâkıftı. O'nun bu vukufiyetine Peygamberimiz, "Ben ilmin şehriyim, Ali de o şehrin kapısıdır," buyurarak işaret etmişlerdi. Kendisi de yeminle, "Tevrat, Zebur ve İncil'in de esrarından haberdarım," demişti.

O, hakikaten bir ilim ve marifet çeşmesiydi. Cenâb-ı Hak, O'nun ilim ve marifetine öyle bir bereket ihsan etmişti ki, günümüze kadar gelen bütün âlim ve ârifler O'nun ilim ve marifetinin meyveleri olmuşlardır. Evet, bütün İslâm âlimleri, ilimlerini temelde Hz.Ali'ye borçludurlar. Sarf ve nahiv ilmini ilk defa istihraç eden O'dur. Bu bakımdan kendisine "İlmin bânîsi" de denilmektedir.

Hz.Ali (RA) ilim ve marifet sahasında ulemâya üstâd olduğu gibi, ledünniyat âleminde de bütün kutubların, gavsların, mürşidlerin ve müceddidlerin imam ve sultanı olmuştur. Bütün ehl-i tedkik ve tahkikin ittifakiyle Hz.Ali (RA), şâh-ı velayet idi. Arifler tabakasının en yüksek piriydi. Melekût âleminin derinliklerine dalmış bir gavvas idi. Velâyet-i kübrâya, makam-ı ferdiyete urûç etmiş, ihlâs ve sadâkat arşına erişmiş, ubudiyette pişmiş, belâ ve musibetler içinde yoğrulmuş, tasaffi etmiş bir ferd-i feriddi. Emsalsiz bir iman taşırdı. Öyle bir iz'an ve yakîne yükselmişti ki, hakikatların üzerindeki perdeler tek tek açılsa bile bu müşahedeler O'nun imanındaki yakînini ziyâdeleştirmezdi. Her an huzur ve müşahede halindeydi; sükûtu manâlı, nazarı ibretliydi. Ferah ve neş'esi, zevk ve sürürü ancak tâat ve ibadet idi. Huzur-u Mevlâ'da, dünya ve ukbâ kayıtlarından azade olur, vahdet deryasında kendinden geçerdi.

Hz.Ali Efendimiz hârika bir şecaata sahipti. Celâdetli, cesaretli ve harbşinâstı. Tebük hariç, bütün muharebelerde Resûlüllah'la beraber bulunmuştu. Bedir'de, müşriklerin cengâverlerinden Velid bin Ukbey'yi bir kılıç darbesiyle yere sermiş, Hendek muharebesinde ise, müşriklerin en güçlü bir bahadın olarak bilinen ve yirmi-otuz kişiyi tek başına altedebilen Amr bin Abdud'un boynunu uçurarak düşmanın belini kırmış ve muzafferiyette büyük payı olmuştu.

Hz.Ali Efendimiz (RA) cesarette olduğu kadar, fedakârlıkta da harikulade idi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, hicret edecekleri gün, Hz.Ali'yi huzuruna çağırdı ve kendisine, "Ya Ali, bu gece benim yatağımda yatacaksın," diye emir buyurdu. Hz.Ali de, "Emrin baş üstüne, ya Resûlallah," dedi.

Hz.Ali (RA) o gün için o yatakta gecelemenin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Yâni, bu yatağın müthiş bir suikasda sahne olabileceğinin pek âlâ farkındaydı. O sıralarda yaşı yirmi üçe henüz varmıştı. Gençliğin en hararetli, en canlı demlerini yaşıyordu. Buna rağmen bütün dünyayı aydınlatacak tevhid meş'alesinin sönmemesi için, hiç tereddüd etmeden, şevk ile o yatağa girdi.

Dışarda  Kureyş'in  gençleri,   ellerinde  kılıçlarıyla, hâne-i saadetin etrafını muhasara altına almışlardı.

Hz.Ali (RA), imanından gelen engin bir tevekkül ve hârika bir cesaretle ölümü hiçe sayarak yatağında derin bir uykuya daldı. Zira O, Cenâb-ı Hakk'ın, lütfuyla muhafaza ettiği bir hücrede bulunuyordu. Değil Kureyş'in vahşî gençleri, bütün dünyanın ordulan dahi toplansa, O'nun bu tevekkülünü, bu huzur ve itidalini bozamazdı.

Hz.Ali (RA), hayatın değerini bilmez değildi. Ama bu hayatın, ancak "Allah ve Resulünün uğrunda feda edilmekle" gerçek değerini kazanabileceğinin de şuurundaydı.

Hz.Ali'nin (RA) başlıca hususiyetlerinden biri de, fevkalâde bir itidal ve metanet sahibi olmasıydı. İfrat ve tefritten son derece kaçınırdı. Hiçbir hâdise O'nun kuvve-i mâneviyesini kıramaz, itidalini sarsamazdı. En güç şartlar altında bile itidal ve metanetini kaybetmezdi. Hilâfeti zamanında, bir taraftan İslâmiyete çeşitli hurafe ve safsatalar sokmak isteyen Sebeiyecilere, bir taraftan Müslümanları parçalamak isteyen Haricîlere, diğer taraftan da kendisiyle iktidar mücadelesi veren muhaliflerine karşı kırılmaz bir azim, çelik bir irade, hârika bir sabır ve tahammül ile yılmadan usanmadan mücadele vermişti. O'nun takdire şayan bir ciheti de bu çetin mücadeleler içerisinde, ilim ve irfan vadisindeki hizmetlerine hiç ara vermemesi, tedris ve irşad faaliyetini kemâliyle devam ettirmesiydi.

Hz.Ali (RA) fevkalâde hakperestti. Hakk'ın hatırını hiçbir şeye feda etmezdi. Hudeybiye Antlaşması'nda sulha ait şartların yazılmasına me'mur edilmişti. Sulhnâmenin başına Besmele-i Şerife, sonuna da "Muhammed Resülüllah'dır" yazdı. Müşrikler bu duruma kat'iyyen dayanamayarak hemen itiraz ettiler. "Biz zaten bunlara karşıyız, bu cümleleri sileceksiniz," dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, "ya Ali, bunları sil de yerlerine "Bismikâllahümme (Yâ Allah, ancak senin isminle başlarım)' ve 'Muhammed bin Abdullah' (Abdullah oğlu Muhammedi) yaz" buyurdu. Hz.Ali, cümlenin baş kısmını hemen yazdı. Fakat Peygamberimizin unvanı olan Resûlüllah kelimesini silmemekte ısrar etti. Hicret hâdisesinde hayatını hiç tereddüt etmeden fedayı göze alarak Resûlüllah Efendimizin emrini tereddütsüz yerine getiren Hz.Ali, burada yine Resûlüllah'ın (SAV) emri olduğu halde, bir tek hak kelimeyi feda etmemesi O'nun hakperestliğinin en büyük bir delilidir.

Hz.Ali (RA) her zaman huşû ve huzur içerisindeydi. Bilhassa namaz anlarında bütün dünya altüst olsa haberi olmazdı. Hattâ bir harbte mübarek ayağına bir ok isabet etmiş, tâ kemiğine kadar işlemişti. Cerraha gösterdiklerinde, okun çekilebilmesi için kendisine bayıltıcı bir ilâç verilmesi gerektiğini söyledi. Emîrü'l- Mü'minîn, "Buna lüzum yok, biraz bekleyin, ben namaza durunca oku çeker alırsınız," buyurdu. Öyle bir havf ve haşyet ile namaz kıldı ki, cerrahın oku çekip çıkarmasından bile haberi olmadı.

Zühdü de emsalsizdi. Dünyanın en büyük makamı, saltanatı, O'nu hiçbir zaman aldatamadı, kendine bağlayamadı. Allah ile O'nun arasına giremedi... Kendini O'na satamadı... O asla nefsanî arzular, hevâî duygular ve şahsî iradelerle hareket etmedi.

Hüsn-ü ahlâkın da en canlı timsali idi. Bütün hayatında menhiyattan içtinab etmişti. Son derece mütevazi idi. Hattâ, toprakvarî tevâzuundan dolayı kendisine, "Ebû Türab" denirdi. Hilâfeti deruhde etmeden önce nasıl yaşamış idiyse, ondan sonra da öyle yaşadı. Zamanın halifesi, cihanın sultanı iken kendi evinin işlerini bizzat kendisi görürdü.

O'nun en mümtaz vasıflarından biri de emanette emin olmasıydı. Resûl-i Ekrem Efendimiz hicret sırasında nezdinde bulunan emanetlerin sahiplerine teslimini O'na havale etmişti.

Fasîh ve belîğ idi. Veciz ve hikmetli sözleri dertlere şifa ve tiryâkti. Nutkunda büyük bir te'sir vardı.

Kitleleri, müessir nutuklarıyla harekete getirebilir ve harb meydanlarına sevkedebilirdi.

Sehavette de misli az bulunurdu. İkram etmeyi çok severdi. Hattâ şöyle bir hali meşhur olmuştur: Bir gün, dört dirhem gümüşü vardı. Bunlardan birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini de aşikâre hepsini tasadduk etti. Cenâb-ı Hak, Bakara sûresi 274.âyet-i kerîmesinde Hz.Ali'nin (RA) bu sehavetini tebcil etmiş ve ecrinin büyük olacağını şöyle buyurmuştu:

"Mallarını gece gündüz, gizli ve aşikâre sarfeden kimseler var ya, işte onların, Rableri yanında ecirleri (mükâfatları) vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır."

Hz.Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz hastalandıklarında, Hz.Ömer'in (RA) tavsiyesiyle, Hz.Ali ve Hz.Fâtıma (RA) iyileşmeleri halinde, üç gün oruç tutmaya nezrettiler. Cenâb-ı Hak, Hz.Hasan ve Hüseyin Efendilerimize şifa ihsan etti. O gün için üç günlük yiyecekleri vardı. Akşam üzeri iftar sofrasına oturduklarında kapıya bir yoksul geldi. O günkü iftarlık ekmeklerini O'na sadaka olarak verdiler. İkinci gün de yine iftar vakti bir yetim, üçüncü iftarda ise, bir esir geldi ve iftarlık ekmeklerini onlara vererek üç gün iftarsız oruç tuttular. Bunun üzerine İnsan sûresi 7. ve 8. âyet-i kerimeleri nazil oldu:

"(Cennetlik olan iyi insanlar o kimselerdir ki, dünyada) adaklarını yerine getirirler ve azabı salgın olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime, esire seve seve yemek yedirirler. (Sonra onlara şöyle derler) size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir hediye isteriz, ne de bir teşekkür."

Ayrıca, "İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'ın rızası için nefislerini feda ederler," âyet-i kerimesinin Hz.Ali hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir.

Hz.Ali Efendimiz hakkında pek çok hadîs-i şerifler mevcuttur. Bunlardan bir kısmını aşağıda takdim ediyoruz:

"Ali'ye bakmak ibadettir."

"Ali'yi seven beni sevmiş olur. Ali'ye buğz eden bana buğz etmiş olur. Ali'ye eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden dahi Allah'a eziyet etmiş olur."

"Ehl-i Beyt'im, Nuh Aleyhisselâm'ın gemisi gibidir. Onlara tâbi olan selâmet bulur, olmayan helak olur."

"Allah-ü Teâlâ dört kimseyi sevmeyi bana emretti. Onları kendisinin de sevdiğini bana haber verdi."

Burada şöyle denildi: "Ya Resûlâllah, onları bize isimlendir." Bunun üzerine Resûlüllah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:

"Ali onlardandır. Diğerleri Ebû Zerr, Mikdât ve Selmân'dır."

"Münafıkların kalbinde dört kimsenin muhabbeti toplanmaz: Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali."

Bu bahsimize, teberrüken, O'nun (RA) bir münâcatı ile son verelim:

"Ey sâhib-i cûd! Hamidinim.

Ey yegâne Ma'bûd Saidinim.

Müteâlsin, ibadından istediğini sonsuz ihsana mazhar edersin; dilediğini de hüsrana dûçâr eylersin.

Hâlık'ım, ilticagâhım ancak sensin.

İlâhî, gerçi günahım büyüktür. Fakat Sen'in afvın ondan daha büyük değil midir? Beni dûçâr-ı ziyân edecek veya dergâhından red eyleyecek olsan artık kimden ümitvar olabilirim?

Kim şefiim olur?

Ya Rab!...

Hakikat-ı hâlimi görüyorsun.

Derece-i fakrımı biliyorsun.

Münâcat-ı nihânımı işitiyorsun.

Beni, Sen'den kat'-ı recâ edenlere ilhak eyleme. "



                                                                  Ey Mürşid-i Rüsül!

Resül-i Hâşimî hakkı için, Sen'i daima takdis eden

ebrâr-ı ümmet hürmetine beni Muhammedî olarak haşreyle!

Beni O'nun (SAV) şefaatinden mahrum eyleme!... "

Yazar: Mehmed Kırkıncı, 08-7-2010
   

   






Signing of RasitTunca
[Image: attachment.php?aid=107929]
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)