Thread Rating:
  • 6 Vote(s) - 3.17 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Nakşibendilikte Evvabin Namazı Kılmak ve Rabıta Yapmanın Usulu Nasıldır? Rabıta Nasıl
#1
Oku-1 
Nakşibendilikte Evvabin Namazı Kılmak ve Rabıta Yapmanın Usulu Nasıldır? Rabıta Nasıl Yapılır?

Sözlük manası ile rabıta, iki şeyi birbirine bağlayan ip, ilgi, sevgi, alaka, münasebet demektir.[1] [2]

Tasavvufta tavsiye edilen rabıta, kendisine bakılınca Yüce Allah’ı zikrettiren bir kâmil insanı düşünmekten ibarettir. Kâmil insanın kalbi Allahu Teâlâ’nın en fazla nazar ve tecelli ettiği bir mahâldir. Bu kalb, ilahi aşk ve zikirle mamur olmuştur. Ona bağlanan kalb de o aşk ve zikirden nasiplenir, beslenir, kuvvetlenir, mamur olur.

Rabıta, müridin kâmil mürşidini hayal ederek kalbini onun kalbine bağlamasıdır. Rabıta, birbirini seven ruhların kaynaşmasıdır. Rabıta, kalbin kalpten nur ve feyiz almasıdır. Rabıta, gönlün gönle bakışı ve birinden diğerine sevgi akışıdır.

Rabıta, müridin terbiyesi için en mühim bir vasıtadır. Rabıta namaz gibi şekli, zamanı ve usulü dinimizce belirlenmiş bir ibadet değildir; kalbi uyandırıp huşu ve huzur içinde ibadete hazırlamaktır. Rabıta, manevi terbiye aracıdır. Rabıta, azgın nefis için en güzel ıslah ilacıdır. Rabıta, gafil kalbin uyanık kalbe bağlanıp uyanmasıdır. Rabıta, üzerine devamlı ilahi feyzin aktığı kalbe bağlanıp ondaki sevgi ve feyzi çekmektir.

Büyükler, rabıtanın özü itibariyle şu ayetlere dayandığını belirtmişlerdir: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun.“ [3]

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın. Onun yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz.” [4]

Bütün gaye Allah’tan gerçek manada korkmaktır. Bu korku, Yüce Yaratıcıyı sevmek ve O’na koşmaktan ibarettir. Buna haşyet denir. Haşyet, sevgiliyi üzerim korkusu ile titremektir. Haşyet, gizli ve açık her hâlde hayâlı/edebli olmaktır. Buna kısaca takva denir.

Her iki ayet-i kerime de takvayı emretmektedir. Takvayı elde etmek için birinci ayeti kerimede Allah’ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş, ikinci ayeti-kerimede ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve nefsi terbiye için bütün yolların denenmesi istenmiştir.

İşte rabıta, Allahu Teâlâ’nın sadık kulu ve kâmil dostu olan mürşid ile beraber olmanın bir şeklidir. Mürşide el verip intisap eden herkes onunla Allah yolundaki beraberliğine ilk adımı atmış olur. Sonra onun terbiyesine giren kimsenin zâhirî beraberliği başlamıştır. Bu işte asıl hedef kalp ve gönül beraberliğidir. Kendisine gönül bağlanan kâmil mürşid Allah’a ulaşmada en güzel bir vesiledir. Bütün bunların sonucu zikir ve edebtir, kısaca takvadır. Mürşidin Allah’a ulaşmada bir vesile ve vasıta olmaktan başka bir görevi yoktur.

Arifler rabıtayı şöyle tarif etmişlerdir:

“Rabıta, müşahede makamına ulaşmış, ilahi huzurda kabul görmüş, Allah’ın nuru ve edebiyle süslenmiş kâmil bir mürşide kalbi bağlamaktan ibarettir. Çünkü kâmil mürşidin kalbi ilahi nur, feyiz, sevgi ve ilimler için bir merkez yapılmıştır. Ona yönelen ve sevgiyle bağlanan bir kalbe, oradan nur, feyiz, sevgi ve ilim akar. Bu kuvvetli kalp müridin zayıf kalbini besler.

Kendisine rabıta yapılacak mürşid, nefsini ıslah etmiş, huzur makamına ulaşmış, Allahu Teala’ya tam teslim olma hâlini elde etmiş ve en önemlisi insanları terbiye için görevlendirilmiş olmalıdır. İrşad izni ve ehliyeti olmayan kimseye yapılan rabıta, hem yapana hem de yapılana zarar verir.

Kısaca, kendisine rabıta yapılacak mürşid, Hz. Rasulullah’ın s.a.v gerçek varisi, nazarları şifa, manevi tasarruf sahibi, icazetli bir kimse olmalıdır. İşte müridin böyle bir kâmil mürşide kalbini bağlayıp, huzurunda ve gıyabında onun sûret ve ruhaniyetini hayaline almaya, onu kendisi ile birlikte düşünerek, yanındayken takındığı tavrı, uzağında iken de sürdürmeye rabıta denir.

Rabıtanın aslı muhabbete dayanır. Muhabbet rabıtası, müridin mürşide olan ileri seviyede sevgisi ve edeb ile gerçekleşir. Bu rabıtaya devam eden mürid, yavaş yavaş mürşidinin boyasına boyanır, onun hâlleri ile hâllenir, ahlakına bürünür, sevgisi ile tatlanır, güzelleşir ve kâmil bir insan olur. Çünkü muhabbet rabıtası seveni, sevilenin sıfatlarına sokar.

Bilinmelidir ki kulun tek başına mukarrebun makamına çıkması, yakin ve müşahede hâlini elde etmesi çok zordur. Bunun için bu güzel hâllere ulaşmak isteyen kimseye, o hâlleri elde etmiş, yolu bilen kâmil bir mürşid gereklidir. Böyle bir mürşidi bulan müridin, onun ruhaniyetini vasıta yapıp ilahi feyiz ve nurlarından bolca nasiplenmesi gerekir. Bunun en kısa yolu muhabbet rabıtasıdır. Müridin, mürşidinin huzurunda feyiz alması kolaydır. Huzurunda olduğu gibi gıyabında da edeb ve feyiz alabilmesi için mürşidinin kalbine yönelerek onun sûretini çokça hayal etmesi lazımdır. [5]

Rabıtanın aslı, Allah'ın [celle celâluh] kitabı olan Kur'an’a, Hz. Resûlullah'ın [sallallahu aleyhi vesellem] sünnetine ve imamlarımızın sözlerine dayanmaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm'deki deliller:

Cenâb-ı Hak,

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya vesile arayın ve yolunda mücâhede edin ki kurtuluşa eresiniz" (Mâide 5/35) buyurmaktadır.

Şayet, "Âyetteki vesileden maksat, rabıta olmayabilir" dense deriz ki: "Evet, söz konusu âyetin manası umumidir. Fakat emredilen şey, vesiledir. Vesilelerin en faziletlisi ise rabıtadır. Zira vesile, ya Resûlullah Efendimiz'dir [sallallahu aleyhi vesellem] ya da onun vârisi ve vekili olan kâmil velilerdir.

Sonra Allah Teâlâ,

"(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Âl-i İmrân 3/31 buyurmaktadır.

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerimede rabıtanın zaruretine işaret vardır. Çünkü tâbi olmak, tâbi olunan kimseyi görmeyi gerektirir. Bu görüş, ya hissî ya da mana yolundan hayal etmekle olur. İşte rabıtadan maksadımız budur. Aksi halde ittiba gerçekleşmez ve itibadan söz edilemez.

Rabıtanın sünnetteki delili:

Buhârî'nin ifadesine göre, Hz. Ebû Bekir'in [radıyallahu anh], "Yâ Resûlallah, her yerde hatta helada bile, senin ruhaniyetin benden ayrılmıyor, bundan hayâ ediyorum" diyerek halini şikâyet etmesidir. [6]

İmamlarımızın sözlerine gelince:

Büyük ârif imam Şa'rânî [kuddise sırruhû), Nefehâtü'l-Kudsiyye adlı kitabında zikir edeplerini izah ederken şöyle demiştir:

"Zikrin yirmi edebi vardır. Bunlardan önemli olanlarından biri, sâlikin şeyhinin sûretini iki gözü ortasından hayal ve tasavvur etmesidir. Bu iş, ehl-i tasavvufa göre edeplerin en gereklerindendir. Çünkü bu sayede mürid, Allah Teâlâ ile beraber olma edebine ve O'nu murakabe haline ulaşır." [7]

Bizim de rabıtadan maksadımız budur. Bundan başka bir şey değildir.

Şeyh Tâceddin en-Nakşibendî [kuddise sırruhû] yazdığı Risâle'sinde şöyle demektedir:

"Mürid, dünyalık işlerini bitirdikten sonra yeniden abdest alır. Sonra tenha bir yere çekilir. Oturduğunda ilk yapacağı şey, mürşidinin sûretini hayaline getirmektir."

Şeyh Abdülganî en-Nablusî de [kuddise sırruhû], söz konusu risâlenin üzerine yaptığı şerhte şöyle demiştir:

"Mürid, şeyhinin sûretini en kâmil ve en güzel şekilde düşünmelidir ki, ondan yardım alabilsin, istifade edebilsin. Çünkü şeyh, mürid için Allah'ın huzuruna açılan kapı ve O'na ulaştıran bir vasıtadır. [8]

Rabıtanın hedefi, müridi fenafillah makamına yükseltmektir. Bu makam ihsan mertebesi olup, yüce Allah'ı görüyormuş gibi O'na kulluk yapma makamıdır.

Mürşid bu makama ulaştırdığı müridini Allah Teâlâ'ya emanet eder ve aradan çekilir. Artık rabıta murakabe adını alır. Murakabe, her yerde ve her şeyde Allah Teâlâ'nın azametini müşahede etmektir. [9]

Rabıtanın genel olarak anlamını Abdurrahman et-Tâhî hazretleri şöyle ifade etmiştir:

"Mürşidin sûretinden yayılan nurun müridin her tarafına yayılıncaya kadar mürşidin sûretine bakmaktır. Mürid, mürşidin sûreti için kalbinin hizasında bir boşluk farzedip mürşidin sûretini buraya yerleştirmelidir." Mübareğe sormuşlar:

"Kurban, nerede olursam olayım, bu şekilde ben rabıta yapamıyorum, o bahsettiğiniz görüntü gözümün önüne gelmiyor!" diye... Şöyle buyurmuş: "İnsanın istediği yanına gelmeyince, o, istediğinin (mürşidi ziyaret ederek) yanına gitmelidir." Yani şeyhini(n suretini) yanına getirinceye/gönlünde tutuncaya dek sık sık onu ziyarete git tekrar tekrar şeyhine git. [10]

Rahmetli Mehmet Ildırar diyor ki: “Sâdât-ı kirâm efendilerimizde defalarca şahit oldum; rabıtaya oturdukları vakit saatine bakıyorlardı. Bitirince de arada geçen süreyi kontrol ediyorlardı. Neden? Çünkü rabıtada geçen zaman çok önemlidir. Rabıtanın en azı on beş dakika, normali yarım saat, iyisi ise bir saattir. Gavs-ı Bilvânisî hazretleri de Şeyda hazretleri de ramazan ve mübarek günler hariç, akşam namazının sünnetini ve evvâbîn namazını kıldıktan sonra rabıta yapmışlardır. [11]

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyurdu:

"Bu yolda yetişmek ve başkalarını yetiştirmek uzaktan tesir ederek olur. Mürid, yol gösteren mürşidine karşı kalbindeki muhabbet bağı ile her an onun gibi olmakta ve mürşidinden akseden, yayılan nurlar ile temizlenmektedir. Müridin, bunları anlamasına lüzum yoktur. Aslında nurları saçan da, alan da bilmez. Güneş ışınları karşısında, her an olgunlaşan ve tatlılaşan karpuzun, bu değişikliğini bilmesine ne gerek vardır? Güneş de, karpuzu olgunlaştırdığını bilmez!"[12]


Rabıta, tasavvufta çok önemli bir usuldür, bir yoldur. İmam Gazâlî hazretleri (k.s) rabıta için, "Sofinin mürşidinden emdiği ana sütü" ifadesini kullanır.

Hâce Ubeydullah Ahrâr hazretleri de (k.s), "Mürşidin gölgesi, zikr-i Hak'tan iyidir" buyurmuştur. Bu kelâmı, İmam-ı Rabbânî'nin (k.s) oğlu Hâce Masum hazretleri (k.s) şöyle açıklamıştır:

"Rabbin azâmeti bakımından, kul ile Rab arasında hiçbir münasebet yok ki kul Rabbinden istifade edebilsin. Öyle ise kula iki cihetli, beşeriyet ve mukaddesiyet cihetiyle muttasıf olan bir vasıta lazımdır. Rabıtanın maksadı, Allah'ın feyzinden istifade etmektir. Gerçekten rabıta, zikr-i Hak'tan (Allah’ı zikretmekten) efdal olduğu için değil belki halis kul ile kadim olan Rabbin arasında münasebet kurduğu için sofiye menfaat sağlaması bakımından üstün sayılmıştır." Yani sofinin olgunlaşmasını rabıta sağlar. Allah'a yaklaşmak zikirle olur. Şu halde mesele, süt emen çocuğun annesine muhtaçlığına benziyor. Hak yolcusu olan sofi de şeyhine daima muhtaçtır.

İmam-ı Rabbânî hazretleri (k.s), "Rabıta, Allah'a ibadette huzura kavuşturucudur. Rabıta esnasında kalbe gaflet gelmez. Rabıtada, Allah'tan gayri her şey kalpten silinir. Onda yalnız mürşidin hayali, ondan da (bir müddet sonra) vazgeçip murakabe safhası başlar" buyurmuştur.

Şah-ı Hazne (k.s) Mektubatında şöyle buyurur:

"Rabıta, Nakşibendîliğin medarıdır. İmam-ı Rabbânî hazretleri (k.s), 'Rabıta Allah'a yapılan ibadetler için mânevî huzura kavuşturan vesilelerin cümlesinden olup fuzûlî hatıraları giderir.' buyurdu. [13]

Sohbet iki türlüdür: Cismani ve ruhani. Ruhani ve kalbi beraberliğe sevgi ve rabıta denir. Rabıta, gönlün sevdiği ile beraber olmasıdır.

Allah'ın sadık kulları ile beraberlik iki türlü olur:

Birincisi, zâhirî beraberliktir. Bu, onlarla birlikte olmak, onların sohbet halkalarına girmek, meclislerinde bulunmaktır. Buna devam eden müridin kalbi, sadık velilerin iç âlemindeki nurla nurlanır, onların ahlâkı ile ahlâklanır.

İkincisi, manevi beraberliktir. Bu, müridle Allah arasında vasıta olmayı hak etmiş kimselere kalbini bağlayarak rabıta etmektir. İstifade etmek için sürekli onlarla aynı meclisi paylaşmak ve zâhir gözleriyle onları seyretmek gerekmez. Onlarla her yerde birlikte olma keyfiyetini elde ederek şekilden manaya geçmek lazımdır. Bunu gerçekleştiren mürid, gönül gözüyle onları seyreder. Buna özenle devam edildiği zaman onların sırrı ile müridin sırrı arasında bir ilişki ve birleşme oluşur. Böylece onlarda hâsıl olan gerçek gaye müridin hakikatinde de gerçekleşmiş olur. [14] [15]

Kâmil bir mürşidi vesile kılarak Allah yoluna çıkan bir insan, önündeki rehberi ile ruhen tanışmazsa, kalben kaynaşmazsa, onunla aynı sevgide buluşmazsa, kendisinden nasıl istifade edebilir?!..

Allah için böyle bir rabıtaya ve sevdaya sahip olmayan insan, acaba kalbini hangi tür rabıtalar ve sevdalar ile ıslah ve ihya edecek? [16]

Bu yolda ilerlemenin şartı mürşidi sevmeye bağlıdır. Mürşid sevgisinin artması için de mürşid rabıtası ve sohbeti lazımdır. Sevgi arttığı nisbette istifade de artar. İnsanın mürşide sevgisi artmıyorsa yerinde sayıyor demektir.

İnsan, mürşidinden sevdiği ölçüde istifade edebilir. Mürşid doktora, sofi de hastaya benzer. Sofide, "Beni bu doktor iyi edebilir" itikadı yerleşmiş olacak ki istifade edebilsin. [17]

Mürşid-i kâmilin rabıtası, sohbeti, kendisinden sık sık bahsedilmesi kalplerin pasını siler. Mürşid vasıtadır; asıl maksat Allah'tır.

"Bir kadeh muhabbet şarabı iç. O zaman gönlün Mevlâ'ya mütemayil olur. Ten kadehin kırılır, yerine nur-i Muhammedi teşekkül eder" diyor Hz. Mevlânâ...

Şarap, mecazdır. Şaraptan maksat şeyhtir. Ne mutlu evliya şarabı içene! [18]

Terbiye tek başına olmaz. Bunun en güzel yolu kâmil insanlarla beraber olmaktır. Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun ayeti (Tövbe, 119) bunu emreder.

Tasavvuf büyükleri, rabıtanın öz itibariyle şu âyetlere dayandığını belirtmişlerdir:

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun." [19]

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın. Onun yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz." [20]

Her iki âyet de bize takvayı emrediyor. Takvayı elde etmek için birinci âyette Allah'ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş, ikinci âyette ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve nefsi terbiye için bütün yolların denenmesi istenmiştir.

Allah'ın sadık kulları ile beraberlik ya beden ile ya da kalp ile olur. Asıl mesele onlarla Allah yolunda kalp ile beraber olmaktır. Beden ile beraberlik bundan sonra fayda verir.

Bedeni camide, kalbi caddede olan birisi, gerçekte camide değildir.

İşte rabıta, Allah Teâlâ'nın sadık kulu ve kâmil dostu olan mürşid ile kalp, gönül, hayal, sevgi, fikir, fiil ve bedenle beraber olmaktır.

Mürşidle ilk beraberlik onun terbiyesine girmekle başlar. Ardından mürid onunla aynı meclisi, aynı mekanları, aynı işleri, aynı ibadetleri paylaşmaya başlar. Bundan sonra mürid, kalben mürşidine yakınlık duyar.

Mürid mürşidini yakından tanıdıkça, onun Allah'a karşı sevgisini, güzel edebini gördükçe kendisine hayran olur. Onu Allah için sever. Onun gibi samimiyetle Allah adamı olmaya ve güzel amel yapmaya yönelir.

İşte asıl hedef bu kalp ve gönül beraberliğidir. Bu sevginin ve beraberliğin sonucu mürşiddeki ihlâs, takva, edep ve ilâhi aşk, müridin samimiyet derecesine göre kendisine geçer. [21]

Rabıta, sadıklarla bulunmak demektir. Rabıta, onlara kadar uzanan, onlara bağlayan manevî bir hattır, manevî bir bağdır. Zahîren nasıl huzurlarına varılıyorsa, rabıtayla da ma'nen onların huzurlarına varılır. İnsan rabıta yaptığı müddetçe onların huzurlarında olur.

İnsan Allah dostlarıyla bulunur, onlarla oturup kalkarsa, yankesicilerin insanın haberi olmadan ceplerini boşalttığı gibi, Allah dostları da hiç insanın haberi olmadan gayet ustalıkla, insanın kötü ahlâkını, içinde bulunan kin, buğz, adavet, riya, hased ve küfür gibi hastalıkları kesip atar. Yankesicinin habersizce cebi kesip aldığı gibi, onlar da insandaki bütün kötü huyları kesip alır. İnsanı ahlaken düzelterek Allah'a çekerler. [22]

Şeyh Muhammed Esad Erbilî hazretleri, Mektubat' ında (Yedinci Mektup) şöyle buyurmaktadır:

"Nakşibendî tarikatının kurtuluş dairesine giren ve şeyhinin gösterdiği âdâp üzerinde zikirlerine başlayan sadık bir mürid, Cenab-ı Hakk'ın, “Sadıklarla beraber olunuz' (Tevbe, 9/119) emr-i celilesine uyarak, şeyhini hiçbir an hatırından çıkarmamalıdır. Bunun hikmeti şudur: Nefis ve şeytan gibi iki amansız düşmana karşı koymak her yiğidin harcı/işi değildir. Bu düşmanlar milyonlarca mümini gaflete sokarak Cenab-ı Hakk'a karşı isyana sevketmiş ve etmektedir. Müminlerin, bir kuvvete dayanmadan bu düşmanlara karşı gelebilmeleri müşküldür. Bu sebeple sâlik/mürid, bu kuvveti, Resûlullah Efendimiz'e (s.a.v) mânen dayanan bir mürşid-i kâmil silsilesinde aramalıdır. Cenab-ı Hakk'ın sadık bir kulu olduğuna inanarak kendisine şeyh edindiği mürşide maddî ve mânevî irtibat ile bu ruhanî beraberliğe/rabıta girmelidir." [23]

Rabıta, müşahede makamına ulaşmış, zâtî sıfatların hakikatine ermiş kâmil bir şeyhe kalbi bağlamak, huzur ve gıyabında onun sûretini hayalinde muhafaza etmekten ibarettir. Zira bu sıfatlarla sıfatlanmış kâmil şeyhi görmek,

"Onlar öyle kimselerdir ki görüldüklerinde Allah hatırlanır" [24] meâlindeki hadis-i şerif gereğince kalpte zikrin faydasını doğurur. Böyle bir mürşidin sohbeti ise, "Onlar, Allah ile meclis kuranlardır" [25] meâlindeki hadis gereğince de Allah ile kalbî beraberliğin oluşmasını sağlar.

Hiç şüphesiz salihlerle birlikte olmayı teşvik eden sayısız hadis mevcuttur.[26] Şeyh, bir oluk gibidir. Feyiz, onun okyanus gibi geniş kalbinden kendisine rabıta kuran müridin kalbine akar. Mürid, "Kişi sevdiği ile beraberdir" [27] hadis-i şerifi gereğince şeyhinin simasını hayalinde tutmaya, onu hayal etmeye çalışmalıdır. Onu daima hayalinde tutmak suretiyle şeyhinin vasıfları ile vasıflanır, halleriyle hallenir ve onu sevmeye başlar. Ayrıca fenâ fi'ş-şeyh (bütün varlığını şeyhinin manevi şahsiyetinde yok etme hali) fenâ fillâhın (bütün benliğini Allah'ın varlığında yok olmasının) başlangıcıdır.[28]

Rabıta Kur’an’da zikredilen tefekkür ve murakabenin bir çeşidi ve türüdür.

Rabıta, Kur'an'da ve sünnette emredilen tefekkürün bir çeşididir. Bu anlamda bir nevi murakabedir. Allah Teâlâ'nın zatı dışında her şey tefekküre konu edilebilir. Çünkü hadisler, Allah'ın bizzat şeklini düşünmeyi yasaklamıştır. [29]

Diğer yandan tefekkür ise emredilmiştir, farzdır. Kalbin en önemli vazifesi de tefekkür yoluyla uyanmak ve yüce Allah'a bağlanmaktır.

Tefekkür kâinattaki ilâhi sanata bakıp. Yüce sanatkârı tanımak ve ona hayran olmaktır. Tefekkür varlıklarda gizlenen ilâhi güzellikleri ve tecellileri gönül gözüyle seyretmektir. Kâinattaki bütün güzelliklerin, üstünlüklerin, izzet ve şerefin asıl sahibi Allah Teâlâ'dır. İnsan olsun melek olsun, her kimde ne varsa O'nundur. Aklın vazifesi O'nu tanımak, gönlün vazifesi O'nu aramak, kalbin vazifesi O'nun sevgisini tatmaktır.

Yüce Yaratıcı zatını nur ile gizlemiş, bazı tecelliler ile perdelemiştir. Ardından bütün akıllılara, adeta 'Bana gelin, beni tanıyın, benim dostum olun' dercesine haber göndermiştir.

Bu yüzden ilâhi sevgiye gönül verenler, her yerde, her şeyde, her sevgilide O'na ait bir ilim aramış, O'ndan bir haber duymak istemiştir.

Bu hususta Yüce Mevla'yı sevenlerine tanıtacak ve sevgisini tattıracak en güzel yol, O'nun boyası ile boyanmış, her halleriyle O'nun şahidi olmuş kâmil müminlerdir. Zira onlar rabbani âlimlerdir, kâmil mürşidlerdir. Onlardaki ilâhi ilme ve sevgiye ulaşmak için kalp hazinelerine girmek gerekir. Kalbe girmek için kalbi kullanmak icap eder.

Ayrıca, sevgi dolu bir gönülle mürşidin kalbine yönelmek, ihlâsla ihtiyacını dile getirmek, samimiyetle yardım talep etmek, sabır ve edeple kalbin kapısında beklemek gerekir. Böyle olunca kalp kalbe açılır, birinden diğerine nur intikal eder, ilim geçer, feyiz akar, sevgi yayılır. [30]

Kişinin Allah’ın sevgili kulunu tasavvur etmesi kadar münasip bir tavır yoktur.

Rabıta yapmak insana ait bir özelliktir. Kalbi ve gönlü olan herkes bir çeşit rabıta yapar. Ancak her rabıta şekli kalbi uyandırıp Allah’a ve ahirete bağlamaz. [31]

Rabıtaya şirk demek, bu sözü söyleyeni sıkıntıya sokar. Kalbin herhangi bir şeye ilgi duyup bağlanmasına da rabıta diyebiliriz. Bu tür bağlanma, iyi veya kötü olabilir. Kalbin sevip bağlandığı bu şey, bir insan olabileceği gibi eşya, dünya, para gibi şeyler de olabilir. Bu manadaki rabıtayı bütün insanlar farklı isim, şekil ve derecelerde yapmaktadırlar.

Rabıtayı inkâr etmek, insanı inkâr etmek demektir.

Çünkü rabıta, düşünmek, hayal etmek, sevmek, özlemek, özenmek ve etkilenmekten ibarettir. Bu bir insanın en tabii halleridir. Bir insanın en tabii halini tümüyle reddetmek yerine, yanlış davranışını ıslah etmek daha uygundur.

Mürşid üzerinden gelecek bütün sevgi, feyiz, nur ve mânevî ilimler aslında yüce Allah'ın rahmeti ve mülküdür. Onları doğrudan yüce Allah'tan alabilecek bir kimsenin, arada başka vasıtaya ihtiyacı yoktur.

Ancak bu rahmeti çekmek, onu muhafaza etmek ve hakkını vermek için kalbin çok ciddi bir terbiyeden geçmesi ve ilahi emanetleri taşımaya hazır hale gelmesi gerekir. Yoksa manen hasta ve gafil bir kalp, bu haliyle o nimetlere ulaşamaz.

Hasta kalbin terbiyeye ve özel desteğe ihtiyacı vardır. İşte rabıta, kalbi kâmil mürşidin elinde terbiye edip temizlemek ve onun vereceği özel destek ile kalbi kuvvetlendirmektir. [32]

Sahabe hazırda ve gaipte Resulullah’ı (s.a.v) düşünüp rabıta etmişlerdir.

Sevban (r.a.), bir gün mahzun ve boynu bükük bir vaziyette Allah Rasulü’nün huzuruna girdi. Rasul-i Kibriya Efendimiz (s.a.v.), “Neyin var senin?” diye sordu. Sevban (r.a.):

“Ey Allah’ın Rasulü! Ben sizi kendimden, çocuklarımdan, ailemden ve malımdan çok seviyorum. Evimde otururken sizi hatırlıyorum, duramıyorum, hasretinizden ölecek gibi oluyorum. Derhal koşup sizi görmeye geliyorum.” dedi ve ağladı. Rasulullah s.a.v. Efendimiz niçin ağladığını sordu. Sevban r.a. şöyle dedi:

“Sizin ve benim vefat edeceğimizi düşündüm. Siz ahirette peygamberler ile yüksek makamlarda bulunursunuz. Ben cennete girsem bile aşağı makamlarda bulunurum, sizi göremem. Bunun için ağlıyorum.”

Efendimiz s.a.v. sükût etti. Biraz sonra, Cebrail a.s. şu ayeti indirdi:
“Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse, işte onlar ahirette Allah’ın kendilerine özel ihsanlarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber olacaktır. Onlar ne güzel arkadaştır! Bu Allah’tan bir ihsandır. Her şeyi bilici olarak Allah kâfidir.” (Nisa, 70)

Rasulullah s.a.v. Efendimiz ona, “Müjde sana, sevin.” buyurdu. [33] [34]

RABITANIN YAPILIŞ ŞEKLİ VE ÇEŞİTLERİ

Rabıta, çok değişik şekillerde yapılabilir. Rabıtanın temeli muhabbete dayandığı için, herkesin muhabbeti ve sevgi meşrebi bir değildir. Ancak rabıtanın genel usul ve edepleri vardır. Rabıta bunlara göre yapılmalıdır. Rabıtayı yapılış zaman ve şekillerine göre büyükler iki gruba ayırmışlardır.

Mürşidin huzurunda yapılan rabıta;

Mürid, mürşidinin huzurunda rabıta yaparken, onu yüksekçe bir taht üzerinde oturan azametli bir sultan gibi görür. Kendisini de onun huzurunda boynunu büküp duran bir fakir gibi düşünür. Kalbini bir dilenci torbası gibi açarak mana sultanının huzuruna arzeder. Bu hal, hayalle değildir. Çünkü orada mürşid hazırdır ve hayale gerek yoktur. Mürid, ümit ve edeple mürşidinin vereceği manevi hediyeleri bekler, ondaki nur ve feyze talip olur. Bütün duygularını ve sevgisini onda toplar. Rabıtada hedef mürşidin yüzü değil özüdür;  zahiri değil sırrıdır. Mürşidden alınacak ilahi marifet, sevgi, feyiz ve nur kalbindedir. Kalbe, kalple girilir; bunun için mürşidin huzurunda da olsa, rabıtada baş gözü kapanır, gönül gözü açılır, gönül diliyle kendisine arz-ı hal edilir. Himmet istenir. İnsanın yüzü zatını temsil eder, göz gönlün penceresidir, bakış ve nazar iki kaşın arasından gerçekleşir; bunun için rabıtada önce kamil insanın yüzü, sonra özü hedefe alınır.

Mürşidin gıyabında yapılan rabıta;

Mürşidin gıyabında yapılan rabıta iki kısımdır. Biri günlük ders olarak yapılan rabıta, diğeri de devamlı olup bütün zamanlara yayılan rabıtadır. Her ikisini usülüne uygun yapanlar büyük menfaat elde ederler.


GÜNLÜK DERS OLAN RABITANIN YAPILIŞ ŞEKLİ

Günlük ders olarak yapılan rabıta;

Mürid, günlük rabıta dersini yapacağı zaman normal zamanlarda akşam namazından sonra Evvabin Namazı Kılınır ve ardından da Rabıta Yapılır, ramazan-ı şerifte ise öğle namazından sonra abdestli bir şekilde kıbleye karşı edep üzere oturur, gözlerini kapatır, 25 defa estağfirullah der. Mürşidinin İlahi nura ayna olan ve dolunay gibi parlayan cemalini hayalinde canlandırır.

Onu gözünün önüne getirmeye ve ondaki nurlardan nasiplenmeye çalışır. Bunun için mürşidin iki kaşı arasından çıkan bembeyaz süt şeklindeki ilahi nurun ve feyzin, müridin ağzından girerek veya doğrudan kalbine geldiğini, kalbinden yayılarak bütün vücudunu sardığını düşünür. Buna 10-15 dakika devam eder. Duruma göre bu süre uzatılabilir. Sonra 25 defa estağfirullah diyerek gözlerini açar.

Kadınlar ders rabıtası yaparken mürşidi bir nur şeklinde, güneş gibi parlak vaziyette düşünürler. Mürşidin vücut azaları, başı, yüzü, gözü zahiri olarak değil ilahi nur ve feyiz ile dolu gönlü ve o gönüldeki nurun dışa yansımış hali düşünülür.  Ruh ruha, kalp kalbe, gönül gönle bağlanır ve ondaki ilahi nurdan, feyizden, sevgiden, ilimden ve edepten nasiplenmeye çalışır.


Evvabin Namazı Nedir? Vakitleri Ne Zamandır? Kaç Rekattırlar? Nasıl Kılınır?

Evvabin namazı: Evvâb( Veya Tevvab) "tevbe eden, sığınan" anlamına gelir. Evvabin, evvab kelimesinin çoğulu olup, tevbe ve istiğfar ederek Allah Teâlâ'ya çokca yönelen kişi demektir. Bu namaz altı rekât olup akşam namazından sonra, bir iki veya üç selâmla kılınır.

Ammâr b. Yâsir (r. anhümâ)'den şu hadis rivayet edilmiştir:

"Her kim akşam namazından sonra altı rekat namaz kılarsa denizin köpükleri kadar da olsa Allah Teâlâ onun günahlarını mağfiret eder."

Akşam namazının sünnetinden sonra iki ilâ altı rekat arasında kılınan nafile namaza da "evvabin" denilmiştir. Hz. Peygamber, akşam namazından sonra altı rekat nafile namaz kılanın evvâbinden (günah işleyip, arkasından hemen tövbe eden kimselerden) sayılacağını bildirmiş ve arkasından da şu ayeti okumuştur: "Rabbiniz, içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer salih kimseler olursanız, şüphesiz Allah tövbe edenleri affedicidir"

(el-İsrâ, 17/25 ; bk. İbn Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, V, 64, 65; Şürünbülâli, Şerhu Nüri'l-İzah, İstanbul 1984. s.74)

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ إِن تَكُونُواْ صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلأَوَّابِينَ غَفُورًا

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Rabbukum a’lemu bi mâ fî nufûsikum, in tekûnû sâlihîne fe innehu kâne lil evvâbîne gafûrâ

Meali :

Rabbiniz, nefslerinizde olanı (niyetinizi) daha iyi bilir. Eğer salihler olursanız, o taktirde muhakkak ki O Allah, evvab olanlar (O’na yönelip, tövbe edenleri) avf ve mağfiret edici çok bağışlayıcıdır.

(Sadakallahul Aziym İSRA Suresi 25. ayet)

Altı Rekatlık Evvabin Namazının kılınışı

1. Rekat
"Niyet ettim Allah rızası için Altı rekat evvabin namazını kılmaya" diye niyet ederiz
"Allahu Ekber" diyerek İftitah Tekbiri alır ve namaza başlarız
Sübhaneke'yi okuruz
Euzü-besmele çekeriz
Fatiha Sûresini okuruz
Kur'an'dan bir sure okuruz
Rüku'ya gideriz
Secde'ye gideriz. Doğruluruz, tekrar Secde'ye gideriz

2. Rekat
Ayağa kalkarak Kıyama dururuz
Besmele çekeriz
Fatiha Sûresini okuruz
Kur'an'dan bir sure okuruz
Rüku'ya gideriz
Secde'ye gideriz. Doğruluruz, tekrar Secde'ye gideriz
Oturarak Ettahiyyatu okuruz

3. Rekat
Ayağa kalkarak Kıyama dururuz
Besmele çekeriz
Fatiha Sûresini okuruz
Kur'an'dan bir sure okuruz
Rüku'ya gideriz
Secde'ye gideriz. Doğruluruz, tekrar Secde'ye gideriz

4. Rekat
Ayağa kalkarak Kıyama dururuz
Besmele çekeriz
Fatiha Sûresini okuruz
Kur'an'dan bir sure okuruz
Rüku'ya gideriz
Secde'ye gideriz. Doğruluruz, tekrar Secde'ye gideriz
Oturarak Ettahiyyatu okuruz

5. Rekat
Ayağa kalkarak Kıyama dururuz
Besmele çekeriz
Fatiha Sûresini okuruz
Kur'an'dan bir sure okuruz
Rüku'ya gideriz
Secde'ye gideriz. Doğruluruz, tekrar Secde'ye gideriz

6. Rekat
Ayağa kalkarak Kıyama dururuz
Besmele çekeriz
Fatiha Sûresini okuruz
Kur'an'dan bir sure okuruz
Rüku'ya gideriz
Secde'ye gideriz. Doğruluruz, tekrar Secde'ye gideriz
Oturarak Ettahiyyatu ve Allâhumme salli, Allâhumme Bârik ve Rabbenâ dualarını okuruz
"Es selâmu aleyküm ve rahmet'ullah" diye sağa ve sola selam vererek namazı tamamlarız

Hayatın her anına yayılan rabıta;

Buna manevi ve hayali rabıtada denir. Bu rabıtanın şekli çoktur. O belli bir vakte bağlı değildir. Her iş ve ibadetten önce yapılacak bir rabıta şekli vardır. Bu rabıtada Mürid bütün vakitlerini kalben uyanık geçirmeye çalışır, görülen şeylerden ibret alır, edebini güzelleştirir. Rabıtanın feyzi ve ışığı içinde yapılan ameller, güzel olur, insan, varsa riyasını görür, ihlasa sarılır, kusurlarını fark eder.

Manevi rabıta, müridin mürşidinin hayatının merkezine koyması, gönlünü ve gününü onun hayal ve hatıralarıyla doldurmasıdır. Bu rabıtanın bir şekli de mürşide ait şeyleri sevmektir. Mürşid sevgisini kuvvetlendirmek için onun ehlibeytini, oturduğu yerleri, kendisi ile ilgili şeyleri düşünmek, bir yandan muhabbetle ayrılık hasreti çekmek, öbür yandan buluşma özlemi ile kalbi mürşide bağlamak gerekir.

Mürid, yolda yürürken yemek yerken ve bir işe giderken mürşidine yönelerek onun ruhaniyetini kendi tarafına çekebilir. Bu ruhaniyetin nurları ve tasarrufatı altındaki bir insan, Allah’ın Rahmetini üzerine çekmiş olur. Bu rahmet ona çok şey kazandırır.

Mürid, günlük işlerinde de rabıtalı olmalıdır. Mesela uyuyacağı sırada mürşidinin başucunda kendisine feyiz akıtır vaziyette düşünmesi, aynı şekilde uykudan uyanınca, bir ders alma veya verme anında, namazın başında ve sonunda rabıta yapması önemli kazanç sağlar. Çünkü müridin iki rabıta arasında işlemiş olduğu her amel, rabıtanın bereketi içinde işlenmiş olur. Ancak namazın içinde rabıta yapılmaz. Buna özellikle dikkat edilmelidir.

Sadat-ı kiramdan Şah-ı Hazne; (k.s) müridin günlük işleri ile meşgul olurken yapacağı hayali rabıtayı şöyle tarif etmiştir “Mürid sanki üstadı daima kendisi ile berabermiş gibi düşünür. Bir şey yediği, dostlarıyla, başkalarıyla karşılaştığı zaman onun hatırından çıkarmaz. Yatacağı ve uykudan kalktığı vakitte onun başucunda bulunduğunu düşünür. Talebeye ders verirken, dersi bitirirken, namaza kalkarken, namazı bitirirken mürşidini yanında, önünde hayal eder. Mümkün olduğu kadar bu düşünceye devam edip, nefsin sevdiği şeye iltifat edilmemesi gerekir.”[35]

Vesveseden kurtulmak içinde rabıta yapmak gerekir.
Gavs-i Hizani (k.s) şöyle derdi: “Kalbe gelen vesvese ve kuruntuları def edecek rabıtanın yapılış şekli, müridin mürşidinin suretini başının üzerinde duruyormuş gibi tasavvur etmesidir. Zira bana bildirildiğine göre, şeytanın kalbe giriş yolu insanın baş tarafıdır.[36]

RABITA İLE İLGİLİ EDEPLER

Mürid şeyhin zatından ayrılmayan kamalatın, şeyhin ruhaniyetinden de ayrılmayacağına itikat etmelidir.
Mürid mürşidini Allah ile arasında güvenilir bir rehber görmelidir. Onun Allah rızasına giden yolda en güzel bir vasıta ve vesile olduğunu unutmamalıdır.
Mürid kâmil bir velinin ruhaniyetinin bir mekâna bağlı olmadığına itikad etmelidir. Bu sebeple kâmil bir ruhaniyet nerede düşünülür ve rabıta edilirse –Allah’ın izniyle- orada hazır bulunur.
Mürid şeyhin ruhani tasarruflarının Hak Teâla’nın emri ve O’nun tasarruflarından olduğunu düşünmelidir.
Bir mürid devam ettiği rabıtasında şeyhinin suretini düşünürken müşahede veya kendinden geçme (gaybet)  gibi manevi hallere ulaşırsa rabıtayı bırakıp gelen hale yönelmesi gerekir.
Bir keresinde Şah-ı Nakşibend (k.s) hazretlerinin müritlerinden birisi, huzurunda rabıta yapıyordu. Bir ara müride manevi hal zuhur etti. Fakat mürid hala rabıta ile meşgul olmaya çalışıyordu. Şah-ı Nakşibend (k.s) durumu fark etti, müride hitaben:
“Bana rabıtayı bırak, sana gelen hale yönel!” diye uyardı.[37]

RABITA İLE İLGİLİ EDEPLER

Mürid şeyhin zatından ayrılmayan kamalatın, şeyhin ruhaniyetinden de ayrılmayacağına itikat etmelidir.
Mürid mürşidini Allah ile arasında güvenilir bir rehber görmelidir. Onun Allah rızasına giden yolda en güzel bir vasıta ve vesile olduğunu unutmamalıdır.
Mürid kâmil bir velinin ruhaniyetinin bir mekâna bağlı olmadığına itikad etmelidir. Bu sebeple kâmil bir ruhaniyet nerede düşünülür ve rabıta edilirse –Allah’ın izniyle- orada hazır bulunur.
Mürid şeyhin ruhani tasarruflarının Hak Teâla’nın emri ve O’nun tasarruflarından olduğunu düşünmelidir.
Bir mürid devam ettiği rabıtasında şeyhinin suretini düşünürken müşahede veya kendinden geçme (gaybet)  gibi manevi hallere ulaşırsa rabıtayı bırakıp gelen hale yönelmesi gerekir.
Bir keresinde Şah-ı Nakşibend (k.s) hazretlerinin müritlerinden birisi, huzurunda rabıta yapıyordu. Bir ara müride manevi hal zuhur etti. Fakat mürid hala rabıta ile meşgul olmaya çalışıyordu. Şah-ı Nakşibend (k.s) durumu fark etti, müride hitaben:
“Bana rabıtayı bırak, sana gelen hale yönel!” diye uyardı.[38]
Rabıtada mürşid ile mürid arasına kimse giremez, himmet dağıtamaz. Bana yönel ki seni mürşidle buluşturayım, gibi sözler doğru değildir.
Mürşidin sağlığında ondan başkası rabıta edilemez.

KİME RABITA YAPILIR

Rabıtayı yapandan çok rabıta yapılanın durumu önemlidir. Herkes rabıta yapılmaya uygun değildir. Zira rabıta yapanla yapılan arasında kuvvetli bir bağ oluşturur. Yanlış kişiye yapılan rabıta kişiyi yanlışa götürür. Rabıta yapılacak kişide iki özellik olması şarttır.
1.      Hz. Resülullah’ın (s.a.v) gerçek varisi olması:
Kendisine rabıta yapılacak mürşid, nefsini ıslah etmiş, huzur makamına ulaşmış, Allah Teala’ya tam teslim olma halini elde etmiş ve en önemlisi insanları terbiye için görevlendirilmiş olmalıdır. İrşad izni ve ehliyeti olmayan kimseye yapılan rabıta, hem yapana hem de yapılana zarar verir. [39]
2.      Mürşidin hayatta olması:
Gavs-ı Hizani (k.s) buyuruyorki: ”Şehadet (halk) âleminde olan biri, berzah (kabir) âleminde olan birine yaptığı rabıtadan fayda göremez.”
Zaten berzah âleminde olan bir şeyhin, şahadet âleminde olan bir müride faydası olsaydı, herkes Resülullah’ı (s.a.v) rabıta ederek diğer şeyhlere rabıta etmeye ihtiyaç duymazdı. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) dünyadaki hayatından daha mükemmel hayatta Ravza-i Mutahhara’da diri ve bütün mahlûkatın mürşidi-rehberi olduğundan rabıta edilmeye daha layıktır.

[1] Cevheri. es-Sıhah. 3/1127; İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, 7/302-303; Zebidi, Tacu'l-Arus, 19/298-304
[2] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, Sf.78-79.
[3] Tevbe suresi ayet-119
[4] Maide suresi ayet-35
[5] S. M. Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, Semerkand Yayınları, Sf.76.
[6] Mevlânâ Hâlid, Hâlidiyye Risalesi, s. 16.
[7] Şa'rânî, el-Envârü'l-Kudsiyye, 1/58.
[8] Muhammed b. Abdullah el-Hânî, Behçetü's-Senie, Semerkand Yayınları, Sf.194-196.
[9] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, Sf.82-83.
[10] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand Yayınları, Sf.225.
[11] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand Yayınları, Sf.224.
[12] İmam-ı Rabbânî, Mektubat, 260. Mektup
[13] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand Yayınları, Sf.571-576.
[14] Mevlânâ Safî, Reşehât. s. 184.
[15] Muhammed b. Abdullah el-Hânî, Behçetü's-Seniyye, Semerkand Yayınları, Sf.198.
[16] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, Sf.78.
[17] Dr.Ahmet Çağıl, Yar ile Şimdi.
[18] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand Yayınları, Sf.476.
[19] Tövbe. 119.
[20] Maide, 35.
[21] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, Sf.82.
[22] S.Abdulhakim Bilvanisi (k.s.a), Sohbetler, Otuz ikinci Sohbet.
[23] Mehmet Ildırar, Mürid ve Mürşid Hukuku, Semerkand Yayınları, Sf.222.
[24] İbn Mâce, Zühd, 4 (nr. 4119); Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1/78; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, nr. 6; İbnü'l-Mübârek, Kitâbü'z-Zühd, nr. 217, 218; Ibn Ebü'd-Dünya, Kitâbü'l-Evliyâ, nr. 48.
[25] Bu manayı destekleyen hadisler için bk. Buhârî, Tevhid, 15; Müslim, Zikir, 6; Tirmizî, Zühd, 51; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 21251; 3/277; Deylemî, Firdevsû'l-Ahbâr, nr. 5029.
[26] Bk. Buhârî, Büyü, 38, Zebâih, 31, Daavât, 66; Müslim, Birr, 45, Zikir, 8; Ebû Davud, Edeb, 16; Tirmizî, Daavât, 129; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/405; Beyhakî, Şuabû'l-Imân, nr. 531; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 856.
[27] Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/395.
[28] MUHAMMED b. ABDULLAH el-HÂNÎ, Behçetü's-Senie, Semerkand Yayınları, Sf.181.
[29] Ebû Nuaym. Hilye. 6/67: Taberânî. el-Vasıl, no 631» Beyhakî. Şuabü'l-lmân. no. 126; Elba-m Sahi ha. no 1788
[30] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, Sf.80-81.
[31] S. M. Saki Erol, Arifler Yolunun Edepleri, Semerkand Yayınları, Sf.76.
[32] Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, Semerkand Yayınları, Sf.80.
[33] Said b. Mansur, Sünen, nr. 661; ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/588-589; Taberânî, el-Kebir, nr. 12559; Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 7/7.
[34] Semerkand Dergisi, Nisan 2007.
[35] Muhammed Diyaüddin
[36]Minah s.44
[37] İbrahim Fasih, Mecd-i Talid,  105-106
[38] İbrahim Fasih, Mecd-i Talid,  105-106
[39]S.Saki Haşimi ,Arifler Yolunun Edepleri,s.76

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)