11-06-2022, 05:19 PM
(This post was last modified: 11-06-2022, 05:19 PM by RasitTunca.)
DUANIN GÜCÜ
Temeli sevgi ve diğerkâmlık olan duanın gizemi kanaatimce tam olarak anlaşılmış değildir. Bizler havaya, suya, ekmeğe duyduğumuz ihtiyaçtan daha fazla duaya ihtiyacımız olduğunu içimizde hissetmeye başladığımız anda, duanın hayatımızdaki işlevinin başladığını göreceğiz. Duaya duyulan ihtiyacın temelinde gerçekte Yaratıcı’ya duyulan ihtiyaç vardır. Çünkü insanın sahip olduğu ruhun mahiyeti bilinmese bile, “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir...” (İsra, 85) ve “…Ben ona ruhumdan üfledim.” (Hicr, 29) ayetleriyle, ruhumuzun, Allah’a ait bir emanet olduğu bilinmektedir. Özü ve kaynağı Allah’tan olan ruhun, kendi hakikatine ihtiyacının olması doğaldır. Bu noktada dua, ruhun madde âleminden mana âlemine yönelmesi, Allah’a yükselmesi, O’na ulaşması ve yüceliklerle dolu bir atmosfere gönül yoluyla seyahat etmesidir. İyi bilmeliyiz ki, Allah’a ulaşmak için birtakım katı kurallara veya karmaşık yollara ihtiyaç yoktur. Bunun için, çok kolay ve sade bir yol olan dua, oldukça güzel bir yöntemdir. Dua etmek için sadece Allah’a yönelme niyeti ve çabası gereklidir. Bu çaba da akıl ve zekâ ile olabilse de gerçekte, sevgi ve gönülle olacaktır. Biz buna, gönlü aklın biraz önüne çıkarmadır diyebiliriz. Çünkü insan aklıyla değil gönlüyle yakarır. Gönlüyle yakarma işi gerçekte bir aşktır. Aşk ise, aklın yapamadığı çok şeylerin üstesinden gelir. Kültürümüz bunun eşsiz örnekleriyle doludur. Aşkın aydınlattığı gönül birtakım derin fıtrî özelliklerle bezenmiş şekilde Yaratıcısından almaya ve O’na gönlünü vermeye hazır durumdadır. Bu, ruhun aslî safiyetine yaklaştığı öyle bir andır ki, dua için kalkan eller, kıpırdayan dudaklar ve yönelen samimi gönüller mutlaka karşılığını bulur.
Dua esnasında her birimiz âdeta kendi nefsimizle hesaplaşırız. Kendimizi objektif bir bakışla, riyasız bir şekilde ve olduğu gibi görürüz. Varsa hatamızın, hırsımızın, kinimizin, kibir ve gururumuzun farkına varırız. İç dünyamızda sık sık yapacağımız bu ısrarlı ve tarafsız muhasebe neticede pişmanlığı doğurarak bize, ahlâkî değerlere tam bir dönüş imkânı ve bağlılık hissi kazandırır. Bu hislerin eşliğindeki dua ile, gönlümüzün derinliklerinde bir ışık, bir ümit, bir kutlu kıpırdanış duyarız ki, ruhumuz bununla sükuna kavuşur; fizik ve mana bedenimizde bir ahenk belirir. Derde, sıkıntıya, yoksulluğa, hastalığa karşı büyük bir direnme gücü kazanırız. Bütün bunlara, hatta ölüme bile tebessümle bakabiliriz bu ruh haliyle. Kendini bu kıvamda bulan bir hastanın nasıl iyileştiğine doktorlar bile şaşar kalır. Dua eden hastaların daha çabuk iyileştiği bilinmektedir. Çünkü duanın kişide doğurduğu huzur, onun tedavisine katkıda bulanacak olumlu bir etkidir. İşte bu, duanın gücüdür.
Duanın etkilerinden bir kısmı da, ruha verdiği güzellikler ve inceliklerle, kişiyi bencillikten kurtarıp topluma bağlaması, ona, yaratılanları yaratandan ötürü sevmeyi, onlar için iyilikler temenni etmeyi öğretmesi ve gönlünde başkalarına yer verme büyüklüğünü kazandırmasıdır. Peygamberimiz (s.a.s.)’in; “Bir Müslüman’ın, yanında bulunmayan din kardeşi için yapacağı dua kabul edilir. O, kardeşi için dua ettikçe, yanındaki melek ona, ‘duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin’ diye dua eder.” (Müslim, Zikir, 88) hadisi bunu açıkça göstermektedir. Bu kutlu sözdeki büyük müjdeyi kelimelerle ifade etmek mümkün gözükmüyor. Bu da duanın özünde bulunması gereken sevgi ve digergamlığın karşılığı olsa gerek.
Satırlarımın sonunda duanın unutulan ya da ihmal edilen bir yönüne değinmek istiyorum. Bilinen ve kullanılan şekliyle dua, bir şikâyetin, bir ızdırabın giderilmesine yönelik yardım dilemek biçimlerinde gerçekleşmektedir. Genelde, içimizden darda kalanlar, olaylar karşısında yılgınlık, bezginlik veya yenilmişlik hissedenler dua ederler. Bu durumlarda dua etmek belki doğal olanıdır. Ancak, duaya aynı zamanda, Yüce Rab ile bir iletişim olarak, duygu dünyasının derinliklerinde sürekli, içsel bir keşif ve yücelme girişimi olarak bakmalıyız. Bence dua bir şeyler isteyip almaktan öte, bir yerlere ulaşma, yücelere erme olayıdır. Çünkü Allah, kendisine sevgiyle yönelene karşı daha fazla sevgiyle yönelir.
“Darda kalanlar, olaylar karşısında yılgınlık, bezginlik veya yenilmişlik hissedenler dua ederler. Bu durumlarda dua etmek belki doğal olanıdır. Ancak, duaya aynı zamanda, Yüce Rab ile bir iletişim olarak, duygu dünyasının derinliklerinde sürekli, içsel bir keşif ve yücelme girişimi olarak bakmalıyız.”
“Havaya, suya, ekmeğe duyduğumuz ihtiyaçtan daha fazla duaya ihtiyacımız olduğunu içimizde hissetmeye başladığımız anda, duanın hayatımızdaki işlevinin başladığını göreceğiz. Duaya duyulan ihtiyacın temelinde gerçekte Yaratıcı’ya duyulan ihtiyaç vardır.”
Seyid Ali Topal
Diyanet Makaleleri
Temeli sevgi ve diğerkâmlık olan duanın gizemi kanaatimce tam olarak anlaşılmış değildir. Bizler havaya, suya, ekmeğe duyduğumuz ihtiyaçtan daha fazla duaya ihtiyacımız olduğunu içimizde hissetmeye başladığımız anda, duanın hayatımızdaki işlevinin başladığını göreceğiz. Duaya duyulan ihtiyacın temelinde gerçekte Yaratıcı’ya duyulan ihtiyaç vardır. Çünkü insanın sahip olduğu ruhun mahiyeti bilinmese bile, “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir...” (İsra, 85) ve “…Ben ona ruhumdan üfledim.” (Hicr, 29) ayetleriyle, ruhumuzun, Allah’a ait bir emanet olduğu bilinmektedir. Özü ve kaynağı Allah’tan olan ruhun, kendi hakikatine ihtiyacının olması doğaldır. Bu noktada dua, ruhun madde âleminden mana âlemine yönelmesi, Allah’a yükselmesi, O’na ulaşması ve yüceliklerle dolu bir atmosfere gönül yoluyla seyahat etmesidir. İyi bilmeliyiz ki, Allah’a ulaşmak için birtakım katı kurallara veya karmaşık yollara ihtiyaç yoktur. Bunun için, çok kolay ve sade bir yol olan dua, oldukça güzel bir yöntemdir. Dua etmek için sadece Allah’a yönelme niyeti ve çabası gereklidir. Bu çaba da akıl ve zekâ ile olabilse de gerçekte, sevgi ve gönülle olacaktır. Biz buna, gönlü aklın biraz önüne çıkarmadır diyebiliriz. Çünkü insan aklıyla değil gönlüyle yakarır. Gönlüyle yakarma işi gerçekte bir aşktır. Aşk ise, aklın yapamadığı çok şeylerin üstesinden gelir. Kültürümüz bunun eşsiz örnekleriyle doludur. Aşkın aydınlattığı gönül birtakım derin fıtrî özelliklerle bezenmiş şekilde Yaratıcısından almaya ve O’na gönlünü vermeye hazır durumdadır. Bu, ruhun aslî safiyetine yaklaştığı öyle bir andır ki, dua için kalkan eller, kıpırdayan dudaklar ve yönelen samimi gönüller mutlaka karşılığını bulur.
Dua esnasında her birimiz âdeta kendi nefsimizle hesaplaşırız. Kendimizi objektif bir bakışla, riyasız bir şekilde ve olduğu gibi görürüz. Varsa hatamızın, hırsımızın, kinimizin, kibir ve gururumuzun farkına varırız. İç dünyamızda sık sık yapacağımız bu ısrarlı ve tarafsız muhasebe neticede pişmanlığı doğurarak bize, ahlâkî değerlere tam bir dönüş imkânı ve bağlılık hissi kazandırır. Bu hislerin eşliğindeki dua ile, gönlümüzün derinliklerinde bir ışık, bir ümit, bir kutlu kıpırdanış duyarız ki, ruhumuz bununla sükuna kavuşur; fizik ve mana bedenimizde bir ahenk belirir. Derde, sıkıntıya, yoksulluğa, hastalığa karşı büyük bir direnme gücü kazanırız. Bütün bunlara, hatta ölüme bile tebessümle bakabiliriz bu ruh haliyle. Kendini bu kıvamda bulan bir hastanın nasıl iyileştiğine doktorlar bile şaşar kalır. Dua eden hastaların daha çabuk iyileştiği bilinmektedir. Çünkü duanın kişide doğurduğu huzur, onun tedavisine katkıda bulanacak olumlu bir etkidir. İşte bu, duanın gücüdür.
Duanın etkilerinden bir kısmı da, ruha verdiği güzellikler ve inceliklerle, kişiyi bencillikten kurtarıp topluma bağlaması, ona, yaratılanları yaratandan ötürü sevmeyi, onlar için iyilikler temenni etmeyi öğretmesi ve gönlünde başkalarına yer verme büyüklüğünü kazandırmasıdır. Peygamberimiz (s.a.s.)’in; “Bir Müslüman’ın, yanında bulunmayan din kardeşi için yapacağı dua kabul edilir. O, kardeşi için dua ettikçe, yanındaki melek ona, ‘duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin’ diye dua eder.” (Müslim, Zikir, 88) hadisi bunu açıkça göstermektedir. Bu kutlu sözdeki büyük müjdeyi kelimelerle ifade etmek mümkün gözükmüyor. Bu da duanın özünde bulunması gereken sevgi ve digergamlığın karşılığı olsa gerek.
Satırlarımın sonunda duanın unutulan ya da ihmal edilen bir yönüne değinmek istiyorum. Bilinen ve kullanılan şekliyle dua, bir şikâyetin, bir ızdırabın giderilmesine yönelik yardım dilemek biçimlerinde gerçekleşmektedir. Genelde, içimizden darda kalanlar, olaylar karşısında yılgınlık, bezginlik veya yenilmişlik hissedenler dua ederler. Bu durumlarda dua etmek belki doğal olanıdır. Ancak, duaya aynı zamanda, Yüce Rab ile bir iletişim olarak, duygu dünyasının derinliklerinde sürekli, içsel bir keşif ve yücelme girişimi olarak bakmalıyız. Bence dua bir şeyler isteyip almaktan öte, bir yerlere ulaşma, yücelere erme olayıdır. Çünkü Allah, kendisine sevgiyle yönelene karşı daha fazla sevgiyle yönelir.
“Darda kalanlar, olaylar karşısında yılgınlık, bezginlik veya yenilmişlik hissedenler dua ederler. Bu durumlarda dua etmek belki doğal olanıdır. Ancak, duaya aynı zamanda, Yüce Rab ile bir iletişim olarak, duygu dünyasının derinliklerinde sürekli, içsel bir keşif ve yücelme girişimi olarak bakmalıyız.”
“Havaya, suya, ekmeğe duyduğumuz ihtiyaçtan daha fazla duaya ihtiyacımız olduğunu içimizde hissetmeye başladığımız anda, duanın hayatımızdaki işlevinin başladığını göreceğiz. Duaya duyulan ihtiyacın temelinde gerçekte Yaratıcı’ya duyulan ihtiyaç vardır.”
Seyid Ali Topal
Diyanet Makaleleri
Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca